Kayıtlar

İşini Bilen Dönercim

Erken uyandım. Uyanmam gerekiyordu, çünkü ilaç saatimi kaçırmak üzereydim. Öncesinde de bir şeyler yemeliydim. Tüm bunları düşününce on dakika daha fazla uyuyamadım. Sözde, ağzıma hemen bir iki lokma atıp, ilaçları alıp tekrar uykuya dönecektim. Olmadı, uyandım. Hiç olmaz zaten. Bugün yapılacak daha önemli bir işim olmadığından sürekli ertelediğim bir işim için kaymakamlığa doğru yola çıktım. Sonra, işimin kaymakamlıkta çözülemeyeceğini, sgk'ya gitmem gerektiğini, oraya da erken saatte gitmem gerektiğini, aksi taktirde çok sıra bekleyeceğimi öğrenerek çıktım. Canım sıkıldı, bugün hallolsun istemiştim. Sonra sırasıyla sinemaya gitmeyi, bir yerde kahve içip kitap okumayı, arkadaşımı ziyaret etmeyi düşündüm. Hiç birisini yapmadım, yani yapamadım. Arkadaşım yeni açtığı dükkanın işleri için Bodrum'a kadar gitmiş, telefon ettim de öğrendim. Sinemanın önüne kadar geldim de giremedim. Sıra vardı, hemen vazgeçtim filme girmekten. Sanırım filmin başlamasına bir buçuk saat kadar va

Acıma duygusu

Acıma, modernizmle beslenen ve günümüzde insanları manipule etme aracı olarak kullanılan bir duygudur. Önceleri bu duygu, insanları yardımlaşmaya, çevresine ve kendinden yoksul durumdakilere yardım etmeye yarayan bir araçtı. Fakat günümüzde yoksul insanların bazılarının uyanıklaşması, köşe kapmaya çalışmasından, bu güzel huy yerini ahmaklığa bırakmıştır. Acıma duygusu olan insan, keriz sıfatıyla eş değer bir hale getirilmiştir. Bu durumu ortaya çıkaran bazı uyanık yoksullardır. Ki bunlar, asıl yoksullardan ayrılmışlar ve köşelerini kapmaya muvaffak olmuşlardır da. Asıl yoksullar da acınma duygusunu beklemektedirler. Bu insanların yaptıklarının doğru ve yanlış olduklarını söylemiyorum. Burada amacım, olanı olabildiğince gözler önüne sermek. İnsanların acıma duygusuna ihtiyaç duyması benim için asıl suçlanacak noktadır. İnsan neden acınmak ister? Ekonomik yetersizliği onu bu duyguya muhtaç etmektedir. Varsıllılarının verdiği ile yaşama bağlanmak zorundadırlar. Bu ekonomik çıkmaz,

Hasta Adamın Güncesi

Güzel günlerin şafağında, yani hepimiz uyurken, bazen uyandığım olur. Kalkarım, yatağımda doğrulurum. O saat aklım pek yerinde çalışır... Dünya'nın en hazır cevaplarına, bilgi yoksunu ama konuşmaya cesaretli, cahil insanlara cevap verirken bulurum kendimi. O gün veya daha evvelindeki sohbetlerimizi kafamda tekrar tekrar yaşarım ve o gün veremediğim, sırf hazır cevap olmadığım için benden daha zeki gözükmesine izin verdiğim cevaplarımı değiştiririm. Bu konuda hayıflanırım dostlarım. Evet, o saatlerde aklıma hep bunlar karışır. Siz sevgililerinizin güzel koyunlarını düşlerken, ben bunlara kafa patlatırım. Hastalıklı beynimi rahatlatmaya çalışırım. Bu baylar, kendi nezlinde ve özellikle çevresinde çok akıllı adam muamelesi görürler. Sözleri geçer. Her işi yapabilen, atik adamlardır. Şöyle diyeyim, bu yarım akıllıların yapamayacağı bir beden işi yoktur. Ama dostlarım, bunları okumamış insan olarak görmeyin. Bunlar onlardan daha tehlikeli, yarı cahillerdir. Bunlar, sizle aynı i

Bazen Saçmalarım

Oturmuş bilgisayarın karşısına ne yazmalı diye düşünürken, ulan hiç yazabileceğim bir konu yok mu diye, şöyle bir efkarlandım, içlendim dostlarım. Ekşisözlük'tü, wikipedia'ydı şöyle bir dolandım, belki ilham milham verirde, bir iki şey karalarım diye ama nafile. Yok anacım bize konu monu yok. Konusuzluk konum olacak bugün, ne yapalım. Siz de ilk cümleyi okuyuverin, kapatın sayfayı. Haydi hep beraber bir şeyler uyduralım. Bir şeyler hayal edelim, neyin mükemmel olmasını isterseniz onu yazalım. Ve mükemmel olduğunu görelim. İşte burada eğilip bükülen, keyfimize göre kılık değiştiren kelimeler var. İsterseniz burada atı bile konuşturabilirsiniz. Hatta sırf çocukları değil de, yetişkinleri bile inandırabilirsiniz atın konuştuğuna. Ne var ki, at konuşuyor işte diyebilirler. Bunu çok bayağı bir şey olarak bile görebilirler. Ki, konuşan horoz ve köpek videolarını youtube'da da bolca da bulabiliriz. Tabi o yazınsal değil, bir kanıtı var, gözümüzle görüp, kulağımızla duyar

Kısa bir Not

Aklıma bir şey gelmiyor, çıldırmak üzereyim. Zorunda olduğum için saçma sapan şeyler yazmak zorunda kalıyorum. Üstüne üstlük bunu gayet edebi bir şekilde yapmaya çalışıyorum. Biraz sıkıcılık katıyor sanırım. Ne yapalım, bu da öyle gayet sıkıcı, okunmaya bile değmeyecek bir yazı olsun. Zaten kimi kandırıyorum ki, basit aşk hikayelerinden başka dikkat çekici bir şey yoktur dünyada. Üstüne üstlük ben kimim ki, aynı hiyerarşide bulunduğum insanlara akıl dağıtacağım. Onların akıl alacakları saçma kanunları, televizyonları ve bilgisayarları var. Ben ise, kendime bile ait olmayan bir metrekare içerisinde yazılarını yazmaya çalışan sağduyulu bir insanım. Neyse dostlarım, bırakalım sıkıcı konuları. Kendimi aşağılarken bir yandan da yükseltmemi mazur görün. Çünkü insanlar da, aslında aşağılık yaratıklar olduklarını bildikleri halde, kendini hep yüksekte görmezler mi. Bütün bu aşağılıklarımızı sakladığımız güzel kaplar içinde, kendimizi çevremize sunmaz mıyız. Yaptığımız kötü işleri, kendi

Sami ve Göbek

Hikayemizin baş kişisi, Sami adında, ince yapılı, göbekli ve zeki bir adam. Kaşları kalın, saçları siyah, gözleri kop koyu. Sabah ezanıyla dışarı çıkar, boş boş sokaklarda gezinip durur. Merak ederseniz, namaz da kılmaz. Ezan onun için bir çalar saatten farksızdır. Duyar duymaz, yatağından kalkar, yüzüne biraz su çarpar, üstüne eşofmanlarını giyer ve çıkar. Şimdi, soracak olursanız, bu kadar yürüyen bir adam nasıl olurda göbekli olur, diye. Olur efendim, gayet de eritemediği bir göbeği vardır Sami'nin.  Sami'nin dış görüntüsüne olan takıntısı günden güne ilerlemektedir. O da sizin gibi, göbeğini dert edinmiştir. Fakat bir yandan da savunduğu ideolojiye ters geldiğini düşünmektedir. Ne alakası var, göbekle ideolojinin diye soran gözlerle okuduğunuzu görür gibiyim. İzin verin açıklayayım dostlarım; Efendim, kati surette savunduğumuz, bazen at gözlükleriyle saplandığımız ideolojileri, farkında olmadan çiğnemekteyizdir. (Aslında bu saplanmaya çalıştığımızdır, çünkü gerçekte

Akşamdan sonra Sabahtan önce

Gazetede yazmış, ölüm hiç beklemediği bir anda geldi, diye. Hangi ölüm beklerken gelir, hangisi tam beklediğiniz anda olur, bilemedim. Sevdiği hayatı terk etmek ve gitmek. Sadece sevmek değil, nefret etsen de gidemezsin, saplansan da gidemezsin bu hayattan imkanın olsa. O yüzden tanrıyı yarattın ve dedin ki, bir şekilde devam edecek hayatım, yitip gitmeyeceğim bu hayattan. Yok olmayacağım dedin. Ve yarattın tanrıyı. Öylesine mükemmel yarattın ki, olmadığını bile kabul edemedin. Çok korktun onun mükemmeliğinden. Yitip gitmekten, yok olmaktan. Sanatla ilgilendin, yazdın, çizdin, bağırdın, kükredin. Hepsi ne içindi ? Hepsi insanlara bilinç aşılamak, geliştirmek, anlam kazandırmak için mi ? Hayır dostum, hepsi kendin içindi. Kendi varoluşunu kanıtlama, hatırlatmak içindi. Yoksa sanatmış, falanmış filanmış hiç umrunda değil. Sadece var olmak amacın. Aşık olmak değil, aşık etmek amacın. Aşık et ki, kavrulsun senin için ve hiç unutamasın. Sen ölünce de yaşatsın seni.  Zevk-i sefaya da