Kayıtlar

Aralık, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bir yaşayana sor

Bilmediğimiz yerleri, yönleri, sayıları, yazıları, doğruları ve yanlışları hep bir bilene sorduk hayatımız boyunca. Onlarda bilgilerinden yola çıkarak cevapladılar bazılarını ve sustular bazılarında. Ama ne var ki, sorulanlar azalmadı da arttı ve cevaplar o kadar farklılaştı ki, aranılan cevap hangisidir, kimse bilemedi. Bazıları yaşamadan romancı oluverdiler ve sormadılar yaşayanlara. Sadece hayal etmekle yetindiler. Ki hayal etmek, sizi eşsiz dünyalara vardırır, gerçeğin üzerinde bir noktaya çıkarır. (Ama gerçek değildir, hayalin gerçekleşirse hayal olmaktan da çıkar pek tabi. Salt gerçeklik kalır elinde)  Fakat sormadılar yaşayanlara ve hayal etmekle yetindiler. Hayalleri hayaller aldı ve olmayan dünyada, olmayan romantizmin içinde boğulup durdular ve kendilerinin sonsuz bir yalnızlığın eseri olduğunu düşündüler. Aksine sonsuz bir yalnızlık değildi onlarınki, sadece sonsuz bir yalnızlığa özenme biçimiydi. Ki bu da, sonsuz yalnızlığın ne demek olduğu hakkında en ufak bir fikirlerin

Şiddetle puana ihtiyacı olan düşme hattındaki takım

    Bu yazı saçmasapan gerçekleri iletir. Ve şiddetli hasara yol açabileceği gibi, şiddetli baş ağrısı, şiddetli karın ağrısı ve şiddetli baş dönmesi de yapabilir. Belki de hiç bir şey yapmaz.     Karın bölgesinde oluşan yağlarını aldırmak için doktora giden adamlar biliyoruz evet aramızdalar onlar. Ve küfür edip, aşağılanmayı bekliyorlar. Onları geçelim. Parasını bankamatikten çekemeyip vezneden çekmeye çalışan yaşlı teyzeler biliyorum ve cahil diye alay edildiklerini de duydum. Ne gariptir ki, insandan her şeyi bilmesi beklenir. Tabi bu bekleyenin yetersizliği, karşısındaki insanı kendisinden daha iyi ve daha güçlü görmek istemesinden midir nedir Allah aşkına? Aslında cahile cahil demek de hiçbir sakınca görmem. Cahilse, o cahildir. Su götürmez bir gerçeği neden ondan saklayayım ki? Fakat gelin görün ki, benim küçük aptal insanlarım (ki burda kastettiklerimin kesinlikle siz, okuyucularım değilsiniz), cahil olduğu gerçeğini tek bir şey ile açıklayabilirsiniz; evet duyar gibiyim; kanı

Romantizm mi demeli?

Uzun zamandır kitap okumuyor, kendimi bilgisayar oyunlarına ve baş döndürücü sex videolarına kaptırırken buluyorum. Ve ekranın karşısında geçirdiğim onca saat, başımın dönmesine neden oluyor ve hafif bir sızının yanında ölecekmişim hissi de uyandırıyor. Neyse vakit kaybetmeden bugünkü konuma döneyim. Bugün, tren garlarının neden bir otobüs garından veya hava alanından daha romantik bir yer olduğunu araştıracağım. Daha doğrusu neden olabileceği konu hakkında fikirlerimi ortaya atacağım. Dileyen bu konuda fikirlerini benimle paylaşabilir,  benimkileri çürütebilir veya onarabilir. Bu konuda okurlarımı özgür kılıyorum. Öncelikle romantik olmasının ‘tarihi’ ile bir iniltisi var mı ona göz atalım. Muhtemelen sizler, kesinlikle, diyeceksiniz. En eski ulaşım aracı trenlerdir. Ve trenler ne savaşlarda kocalarını götüren kadınların gözyaşına baktı, ne de çocukların. Hepsi bir buruk veda ile ayrıldılar o garda. Ve o garda tekrar buluşmak için sözleştiler. Evet, mümkün gibi duruyor. Evet, tarih

Şappur Şuppur

    Sizi siz yapan şeyleri seviyorum ama sizi sevmiyorum dedim ve güldüm kendi kendime. Sonra saate baktım 3'ü çoktan geçmişti, hemen üzerime birşeyler giyip dışarı çıkmaya hazırlandım. Derken zil çaldı, gelen barmendi. Ne yapiyorsun dedim barmen, aklın başında mı?

Rastgele yazılmış harfler (sonsuz maymun)

Yeniden...döndüm tekrar...aynı durumda, aynı esnada ve aynı şarkıdayım...Hiç bir değişiklik yok ortada zamandan başka...Parmaklarım daha büyük, boyum daha uzun sadece...Zaman değişti üstadım fakat gel ve gör, biz ne çare değişemedik. Değişemedik, değiştik desekte değişemedik azizim. Ne yaptığım yeni birşey, ne var ettiğim yeni yetme fikirler, ne ideallerim kaldı, ne saygınlığım...ne sevgim kaldı ne sevdiğim...sevdiğimin sevgisi, hiç birşey... Yok etmek...Yok etmek, kudretli bir şey olsa gerek...Öyle sanılıyor, öyle düşünülesi bir kavram...Ama bu yarı tanrılık, bu defolu güç; hep yarım yaptırıyor sana, herşeyi. Bir yere kadar, belli bir adım atınyaca dek...Sonrası; sonrası ne biliyor musun? Tekrar eski hale getirme isteği...Simsiyah bir pişmanlık...Ve düzeltmek istemen, fakat yatememen...Yetecek güce ulaşamaman. Ve hiç bir zaman ulaşamayacağın. Sonsuz olan, sana sınırlı güç vermeseydi nasıl anlardın sonsuzluğu? Nasıl giderdin peşinden veya neden gitmek isteyesin ardından. Sonunda tu

Dayak yiyen okumuş adam

Bugün yazasım yok diye yazıyorum. Aslında bir zorlama yazısı olacak biraz. Ve kendimi sıkmam, kusmam ve püskürtmem lazım ki, o zaman yazımın anlamı gelsin. Sözcüklerin önünü tutmuyorum, öyle bir haldeki önce yazıyorum sonra düşünüyorum kelimeleri. Kelimeler benden bir adım önde ve ben arkalarındayım. Ama silmeyeceğim bu kez onları, düşünmeden yazacağım. Daha doğrusu geç düşüneceğim ve doyasıya saçmalayacağım. Midem ağrıyor ve başım sızlamıyor. Bu garip uyumsuzluk içinde, kendimi bir bulanık deniz gibi, sisli bir hava gibi hissediyor aniden çıkacak bir rüzgarı bekliyorum. Dağıtası ve alıp gidesi vardır diye düşünüyorum tüm belirsizliği. Aslında çok saçma, hiç rüzgar mide bulantısını giderir mi ? Ama baş ağrısı getirir. Benim uyumluluğumda bu şekilde olacak, ağrıyan mideme çare bulacağıma, derdime dert katarak durumu olağan hale getireceğim. Neyse, anlatmak istediğimi anlatmak istiyorum ama kelimeler oluşmadan önce kodladığım düşünceleri sözcüklere dökemiyor, kifayetlendiremiyorum. Bu s