Kayıtlar

Mart, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Jack Daniels'ın dayanılmaz ağırlığı

Harika bir şarkı var kulağımda ve yavaş yavaş yükselen sesi. İçki bardağıma hafiften bir dokunuşla soğukluğunu hissederken bir yandan da geçmişe ve bugüne şöyle bir baktım.Tüm hikayemi gözlerimin önüne getirdim. Çocukça yaptığım onca şeyi ve dahası. Cesaretime saygı duyduğum pek çok anı buldum kendime. Evet cesurca sayılabilecek bir çok olayda yer aldım ama yine kendimi bir korkak olarak adlediyorum. Nedendir bilinmez ama, henüz yeni tanıştığım bir insanın bile, benim için ilk izlenimi korkak olduğummuş gibi gelir. İnsanların beni korkak sanmalarından bile çok korkar hale geldim. Belki de bu yüzden cesurca sayılabilecek olaylardan kaçmıyorum. Ve bu da beni bazen cesur gösterebiliyor. Bununla korkaklığımı bir süre daha geçiştirebiliyorum. Korkaklık ve cesurluk iç içe geçmiş birer ip gibidir gözümde. Korkaklığın en güzel tarafı sizi hayatta tutmasıdır. Sarhoş ve karısını ulu orta döven bir adamı kaç kişimiz durdurabilir. Ben şahsım adına durduramam çünkü korkarım. Adamın ne yapabileceğ

Terminatörsüz bir yaşam düşünülemez

Bu gece tahmin edebileceğiniz gibi Terminatör adlı filmi izledim. Daha önce izlemedin mi diye soracak olursanız, evet izledim. Ama nedense bugünlerde içimdeki ses, şöyle yokedici filmleri tekrar hatırla diye beni dürtüyor. Ve benimde aklıma ilk gelen Arnold Swayzsomething'in efsaneleştirdiği Terminatör serisi oldu. Ama seriden yalnızca ikinci filmi izledim az önce, hani şu akışkan kötücül bir terminatör varya, o bölüm. İyidi, güzeldi. Sonunda Arnold'un kendini imha sahnesi ayrı bir duygusaldı. Tutamadım kendimi, bir iki damla saldım. Neyse abiler, ablalar, bacılar, kardaşlar; sizinde gece gece aksiyon gazınız geldiyse açın bu filmi izleyin. İçinde aşk var, nefret var, sex var bazı bazı, var oğlu var, izleyin işte... kendime not: bak kitleyi sex'ten yakalayacağım.

Bazen saçmalarım

Bazen saçmalarım. Bazen odamdan bir içeri, bir dışarı çıkar, sonra tekrar içeri girer kapıyı açar, sonra girmekten vazgeçer tekrar dışarı çıkarım. Dışarı çıkarken içerde olmanın keyfini düşünür evimi özlerim. Bunun üzücü bir yanı yok elbette, aslına bakarsan eğlenceli bile sayılabilir. Sadece bunları yaparken yapmak zorunda olduğunu hissetme yeter. Ki hissetmekte beyin fonksiyonun yönetebileceği bir şey olmadığından, neyse gereksiz bir sohbet oldu… Bazen bir resmin karşısına geçer “ne anlıyorum bundan” diye kendime sorarım, cevaplarım. Ardından yanımdakine “ne anladın bundan” diye sorarım. Yanıtını beğenirsem onunkini kendiminmiş gibi başkalarına anlatırım. Kulağa çok sahtekarca geliyor, ki öyle. Ustalaşmadığım bir konu. Örneğin, yazı yazabildiğim andan beri yazı yazıyorsam eğer bu işte ustalaşmamam gibi bir düşünce söz konusu bile olamaz ve edebiyatla ilgisizliğimin mümkün olacağı bir dünyayı da varsaymıyorum. Aklıma geldi, ilkokul sıralarında bizlere verilen kompozisyon ödevi daya